TRAKYA ÜNİVERSİTESİ’NDE “SELÇUKLULARIN TÜRKİSTAN’DAN DİYAR-I RUM / ANADOLU’YA GETİRDİKLERİ ŞEHİR HAYATI” KONUŞULDU...

Trakya Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı Tarih Okulu tarafından, “Selçuklu Konuşmaları” kapsamında, 2018-2019 eğitim öğretim yılında başlatılan konferans dizisinin son konuğu Prof. Dr. Tuncer Baykara oldu. Türk hayatında iskân, yerleşme, şehir ve şehircilik, medeniyet ve kültür kavramları, Türk hayatının maddî kültür alanındaki durumu, coğrafya ve tarihi coğrafya, XIX. ve XX. yüzyıllarda Türkiye tarihi, tarihin değişim süreci, Anadolu’daki Türk iskânının temelleri, Bizans’tan Türk devrine geçiş süreci gibi konulardaki araştırma ve incelemeleriyle tanınan, 350’yi aşkın makale ve 30’u aşkın kitabı bulunan Prof. Dr. Tuncer Baykara, Trakya Üniversitesi’nde “Selçukluların Türkistan’dan Diyar-ı Rum / Anadolu’ya Getirdikleri Şehir Hayatı” konulu bir konferans verdi. Trakya Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Fehmi Yıldız Konferans Salonu’nda gerçekleşen konferansa, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Alp ve Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ömer Soner Hunkan’ın yanı sıra çok sayıda akademisyen ve öğrenci katıldı. Yoğun ilgi ve katılımın görüldüğü konferansta, Selçuklu tarihinden, dil ve düşünce dünyasına, göçebe yaşamdan yerleşik hayata ve Selçukluların şehir yaşamına kadar pek çok önemli konu konuşuldu. 
 
Türk Tarih Kurumu ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü aslî üyesi olan akademisyen ve eski tarih profesörü Tuncer Baykara, Edirne’de ve Trakya Üniversitesi’nde bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Tabakoğlu başta olmak üzere, Prof. Dr. Ömer Soner Hunkan ve Prof. Dr. İlker Alp’e davetlerinden ötürü teşekkür etti. Selçuklu Devleti, Türkistan, Anadolu ve şehir hayatı hakkında önemli bilgiler paylaşan Prof. Dr. Tuncer Baykara, Türklerin, tamamen göçebe bir hayat yaşadığı olgusunun tam olarak doğru olmadığını belirterek, “Türkler göçebe bir millet, şehir yaşamı da nereden çıktı diyebilirsiniz. Bu düşünce, geçmişten günümüze gelen ve değişmeden devam eden bir anlayıştır. Bizim zihnimize bu şekilde yerleşen ve doğruluğu bilinen bir husus. Durmadan göçtüğümüz düşünülüyor. Peki, hiç şehirlerde yaşayanımız yok muydu diye düşünebiliriz. Geçmiş yüzyıllarda ve hatta daha da uzak tarihlerde, şehirlerde yaşayan insanlarımız vardı. Bugün bu coğrafyada, Türkiye dediğimiz topraklarda yaşayan halkın önemli bir kısmı, geçmişte Türkistan’da yaşıyordu. Daha sonra büyük politik olaylar ‘Diyar-ı Rum’a göçü zorunlu kıldı. Anadolu demiyorum, tekrar belirteyim Diyar-ı Rum, yani Romalılar’ın diyarı. 14 ve 15. yüzyılda, bir kısım Türk, şimdiki Edirne'nin bulunduğu boğazlardan bu tarafa geçince boğazların doğusunda kalan topraklara Doğu diye, Grekçe’den gelen ‘Anadolu’ demişler. Ardından Anadolu adının kullanımının yaygınlaştığı görülür ve Osmanlı topraklarının bütününü içeren bir kavram haline gelir.” dedi.

Şehir hayatının, geçmişte atalarımızın yaşadığı Türkistan sahasında var olduğunu ve bunun izlerini görmenin mümkün olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tuncer Baykara, “Mevlâna’nın Divan'ı Kebir’inde bir yerde şöyle geçiyor: ‘Sordum onlara, neredensiniz diye?’ demişler ki ‘Kimimiz Türkistan'dan kimimiz Fergana'dan geldik buraya.’... Sözünü ettiğimiz Türkistan, 12 ve 13. yüzyılda daha Cengiz orduları, 1220’lerde oraya gelmeden önce zengin bir şehir hayatına sahip. Bu şehir hayatının izlerini açık şekilde görmek mümkün. Hepimizin bir şekilde adını duyduğu ‘Yenikent’, ‘Muhri’ ve ‘Cent’ vardır. Oğuz Yabgularının kışlık başkenti olarak Yenikent’ten söz ediliyor. Yenikent, yani Yenişehir. Modern Kazakistan'da pek çok şehir kalıntıları var. O sahada insanların bir kısmının oturdukları bazı şehirler, var. Cent şehri, Selçuklu tarihinde önemli bir yere sahip. Meşhur Otrar, Sırderya Nehri'nin civarında ve Cengizhan'ın 1218-1219’lardaki batıya Seferi'nin sebebi. Çünkü Orta Asya'dan Cengiz ülkesinden gelen tüccar kafilesi Otrar’a geldiği zaman, Otrarların yöneticisi para hırsıyla bu tüccar kafilesini soyuyor, hepsini öldürüyor. Birisi güç bela kaçıp Cengiz'in yanına gidiyor ve Cengiz'in Otrar Seferi'nin aşağı yukarı sebebi oluyor. Otrar, aynı zamanda Farabi'nin de adını aldığı şehir. Demek ki Türkistan'da bir şehir hayatı var. Bu şehir hayatında yaşayan insanlar var. Şimdi diyeceksiniz ki şehir hayatı dışında yaşayan insanlar yok mu? Elbette var. Onu Ayrıca belirtelim, ama şehir hayatı var.” şeklinde konuştu.

Selçukluların, Türkistan’dan Diyar-ı Rum / Anadolu’ya getirdikleri konusunda da önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Tuncer Baykara, ekmekçilik mesleğinin, uzun çarşıların, gökmeydan adı verilen ve geniş insan kitlelerinin toplandığı alanların, evde “hayat” denilen bölümlerle cami yanında görülen hamam inşası geleneğinin ve bozanın ,Türkistan’dan gelmiş olabileceğini ifade ederek, “Köylerde herkes kendi ekmeğini kendisi yapar. Fakat şehir hayatında insanlar kendi ekmeğini kendisi yapmazlar, şehir hayatında şehrin ekmeğini fırında ekmekçiler yapar. Balasagun şehrinden, Balasagun Karahanlıların merkezidir ve yine orası da Türkistan sayılabilir, günümüze gelen bir mezar taşı; ‘Bu türbe, Ekmekçi Alioğlu Ömer’indir’, der. Ben vaktiyle Konya’yı incelediğim zaman gördüm ki Mevlana Celaleddin'in ilk müritlerinden biri ekmekçidir. Fırın, ekmekçiler demek ki doğrudan doğruya şehir hayatını esas alan bir meslek olarak daha o devirde, Türkistan’daki şehir hayatında varmış. Geleneksel Anadolu'daki şehirlerin hemen hepsinde bir uzun çarşı vardır. Biz Kırşehir'e gittiğimiz zaman, uzun çarşı nerede diye sorduk. Uzun çarşı, Türkiye Türklerinin veya Türklerin Türkistan sahasında da yaygın bir kavramdır ve dükkânlar yan yana uzayıp gider. Benim doğduğum köyde, Yatağan'da evimizde oda kavramı yoktu, göz kavramı vardı. Sizin ev kaç göz denirdi. Evin içinde çeşitli gözler var. Bir gözde hanımlar kalıyor, diğer gözde erkekler kalıyor ve bir gözde de yiyecek içecek var. Türkistan'da göz de yoktur, bölme vardır. Atalarımızın alışmış olduğu bir hayat tarzı var. Köy kökenli ya da eski evlerde büyüyen arkadaşlarımız ‘hayat’ diye bir bölümün olduğunu bilirler. Odaların önündeki alana denilirdi. Hayat, Azerbaycan'da, Özbekistan'da ve Türkiye Türklerinde de var. Peki, bu hayat kavramı Türkistan'dan Türkiye Türklerine gelmiş olabilir mi? Bu durum, Türklerin önemli bir kesiminin Türkistan sahasında da bir şehir hayatına sahip olduğunu düşünmemize vesile olmaktadır. Şimdi bizim atalarımızın bir kısmının şehirlerde yaşadığına dair bilgilerimiz var. Yine şehir hayatında, bütün insanların bir araya geldiği meydanlar vardır. Bu meydanlarda sadece Müslümanlar toplanmaz, şehirde yaşayan herkes toplanırdı. İnsanlar atları ile geliyor, spor yapıyor ve dolanıyordu. Şehirde, Ulu Camiler var; ancak Ulu Camilere sadece Müslümanlar girebiliyordu. Meydan, şehrin bütün camilerini içine alabilen yemyeşil bir alandı, onun için ismi gök meydandı. Sivas’ta bir Meydan Camisi vardır, meydanın yanına yapıldığı için bu ismi almıştır. Boş alanların bir kısmına mezarlık yapılır. Türkmenistan sözlüğüne baktığımızda, karşımıza o alanların adı için gök meydan çıkar. Aral Gölü'nün güneyinde Hazar Gölü'ne yakın ve Oğuz Türklerinin, Türkmen boylarının bir kısmının olduğu yerlerde gök meydan kavramını görürüz. Türkistan sahasında bugün sadece temel izlerini takip edebildiğimiz ve camilerin hemen yakınlarında bulunan hamamlar var. Cami ve hamam bizim geleneğimizde birbirini tamamlayan iki unsur. Türkistan'da var, Rum Diyar’ında var, Edirne'de de var. Ben bozayı çok severim ve hep acaba atalarım da içmiş midir diye düşünürdüm. Kırgızistan'da boza görünce rahatladım, demek ki benim atalarım, bozayı da Türkmenistan'dan buraya getirmişler. Avrupa'dan gelen mısır, Oğuzlar’ın yetiştirdikleri darıdır. Türkistan’a gittiğiniz zaman herkes darı diyor. Darının bizdeki karşılığı nedir diye sordum, mısırın üçte biri büyüklüğündeki kuşyemini gösterdiler. Avrupalılar, Türk buğdayı derler. Türklerin, en eski ürettikleri besinlerden biri de arpadır. Bir at, günde 5 kilo arpa yer ve o yüzden at zenginlik göstergesidir. Demek ki bizim atalarımız arpayı üretmeyi biliyordu. Çerçi dediğimiz, sırtında ya da bir el arabasında taşıdığı ya da bir hayvana yüklediği ufak tefek tuhafiye eşyasını, incik boncuğu köy köy, mahalle mahalle dolaşarak satan gezici esnaf da yine Türkistan sahasından buraya getirdiğimiz kavramlardan birisidir. Özetle, Türkistan’dan Anadolu’ya gelen insanımızın bu diyara geldiği zaman bir şehre aşina olduğu, bir takım değerleri gelirken yanlarında getirdiği ve geldikleri yerde de bazı kavramlar edindiği ayrı birer gerçektir.” dedi.


Konferans sonunda, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Alp ve Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ömer Soner Hunkan, Prof. Dr. Tuncer Baykara’ya, hediye takdim ederken, etkinlik toplu fotoğraf töreniyle sona erdi.
Ek Resimler
Bu içerik 19.12.2018 tarihinde yayınlandı ve toplam 438 kez okundu.